9 Aralık 2011 Cuma

Sevebilme İhtimali


Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan
Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam
Ben seninle bir Gün Veyselkarani´de haşlama yeme ihtimalini sevdim.
İlkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında
Ankara´da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o zaman
özlemeye başladım herkesi
Ve bu hasret öyle uzun sürdü ki, adam gibi hasretleri özlemeye başladım sonra
Bizim Kemalettin Tuğcu´larımız vardı
Bir de Camların buğusuna yazı yazma imkanı
Yumurta kokan arkadaşlarla paylaşılan kahverengi sıralarda,
solculuk oynamaya başladık
Ben doktor oluyordum sen hemşire, geri kalanlar kontrgerilla
Kırmızı boyalarla umut ikliminde harfler yazılıyordu pütürlü duvarlara ve
Türk Dil Kurumu´na inat bir Türkçeyle
Ağbilerimizden öğrendik, S harfinden orak çekiç figürleri türetmeyi
Ankara´ya usul usul karbonmonoksit yağıyordu.
Ve kapalı mekanlarda sevişmeyi öeriyordu haber bültenleri.
Oysa Ankara´da hiç sevişmedim ben.
Disiplin kurulunda tartışılan aşkım olmadı benim
Sınıfça gidilen pikniklerde kıçımıza batan platonik dikenleri saymazsak
Ankara´ya usul usul kurşun yağıyordu
Ve belli bir Saatten sonra sokağa çıkmamayı öeriyordu haber bültenleri.
Oysa hiç kurşun yaram olmadı benim
Ve hiç bir mahkeme tutanağında geçmedi adım
Çatışmaların ortasında sevimli bir çocuk yüzüydüm sadece
Sana şiirler biriktiriyordum fen bilgisi defterimde, ama sen yoktun
Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum, suni teneffüs saatlerinde
Okul servisi seni hep zamansız, amansızca bir lojman griliğine götürüyordu
Ben, senin benimle Tunalı Hilmi Caddesi´ne gelebilme ihtimalini seviyordum.
Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum.
Yaz sıcağı toprağa çekiyor da tenimin çatlamaya hazır gevrekliğini
Sonra otobüs oluyordum, kırık yarık yolların çare bilmez sürgünü
Ne yana baksam dağ ve deniz sanıyordum
Muş ovasının yalancı maviliğini
Otobüs oluyordum bir süre
Yanımızdan geçen kara trenlerle yarışıyordum, yanağım otobüs Camının garantisinde
Otobüs oluyordum
Bir ülkeden bir iç ülkeye
Çocukluğuma yaklaştıkça büyüyordum.
Zap Suyunun sesini başına koyuyordum şarkılarımın listesinin
Korkuyordum
Sonra iniyordum otobüsten
Çarşıdan bizim eve giden, ömrümün en uzun,
ömrümün en kısa, ömrümün en çocuk,
ömrümün en ihtiyar yolunu koşuyordum.
Çünkü sonunda annem oluyordum, babam kokuyordum sonunda
Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan
Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam
Ben seninle bir gün Van´daki bir kahvaltı salonunda
Ben seninle sadece bilmek zorunda kalanların bildiği
bir yol üstü lokantasında
Ben seninle, Ağrı dağına mistik ve demli bir çay kıvamında bakan
Doğubeyazıt´ın herhangi bir Toprak damında
Ben seninle herhangi bir insan elinin
terli coğrafyasında olma ihtimalini sevdim
Ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim!

6 Aralık 2011 Salı

Alkol İkindisi


Biz ne zaman içsek,
Köfte geç gelir
Ve oturur muhabbetin terkisine
Çıplak bir efkar sözcüğü

Biz ne zaman içsek,
Sabah akar meycinin cebine
Günde kaç kez öpüşür ki akrep ile yelkovan
Biz ne zaman içsek,
İç değilizdir aslında.
Dışımızda bronz bir akşam sözcüğü,
Çırıl bir efkar sözcüğü
Delikanlı kıvamında sevda değilse de
Tabansız sevişmelerdeki el değmemiş pişmanlık
Biz ne zaman içsek,
iç değilizdir aslında.

Bu alkol ikindisi şiirle
Şimdi burda açılsaydın
Adımın baş harfi gibi
Belki ağustos kokardı ağustos
Sen,
Fikrini ipotek etmiş kiralık sevdalara
Senine boyuna sevilmiş sen
Yalanı sevdasından büyük sen
Bir bil-sen.

Biz ne zaman içsek seni düşünüyoruz
Genzimizde göl gözyaşları
Biz ne zaman içsek,
İç değilizdir aslında.

Dışımızda bronz bir İZMİR akşamı...

Öyle Bir Zamanda Gel Ki


öyle bir zamanda gel ki vazgeçmek mümkün olmasın.
ellerimde koparmaya çaıştığım zincirlerden kalma yara izleri
yeni yeni iyileşmeye yüz tutmuş olsun.
gözlerimde öyle bir karanlık olsun ki, gören kör oldum sansın.
yanaklarım kurumuş olsun göz yaşlarımdan, dudaklarımsa çatlak çatlak.

öyle bir zamanda gel ki vazgeçmek mümkün olmasın.
belki bin tane aşktan geçmiş olayım ve hiçbiri olmasın gözümde.
hiçbiri tamamlayamamış olsun cümlelerimi,
hiç biri bağlayamamış olsun geceyi sabaha.
hiçbirinin gülüşünün her anı senin kadar aklıma işlenmemiş olsun.
hiçbirinin hayali en güzel haliyle barınamamış olsun beynimde.
hiçbirinin izi kalmamış olsun bedenimde.

öyle bir zamanda gel ki vazgeçmek mümkün olmasın.
sessizce ağladığım anları kimse çığlık çığlığa hıçkırıklara dönüştürememiş olsun.
ellerim kimsenin üzerinde eriyip gitmemiş olsun, gezinse bile.
dudaklarım senin adını söylerkenki gibi kıvrılmamış olsun hiç bi ad'a yeterince.
yerine koymaya çalıştığım her beden yok olup gitmiş olsun kumlar aktıkça tane tane.
unuttuğumu sandığım, vazgeçtiğimi sandığım,
sevmediğimi sandığım öyle bir zamanda gel ki
yerçekimine karşı koysun damarlarımda beni yaşatan her zerre.
öyle bir zamanda gel ki vazgeçmek mümkün olmasın...

3 Aralık 2011 Cumartesi

Anlat Bana

Anlat bana her şeyini! 

Acılarını, sevinçlerini 

ve içinde kalan her şeyini! 

İstersen önce, 

Acılarından bahset bana... 

Bahset ki 

Ortağın olayım bir dost gibi. 

Belki nasıl davranman gerektiğini söylerim sana, 

Belki de ağlarız birlikte 

sessiz ve derinden... 

Belki de sana sıkıca sarılırım 

sözcüklerin bittiği her yerde. 

Tıpkı bir sevgili gibi, 

Uzanırım koynuna 

ve sıcaklığımla eritirim dertlerini. 

İstersen sevinçlerinden de bahset 

Bahset ki; 

Anlayayım acıların seni yıkmadığını 

Nasıl direndiğini ve nasıl yok ettiğini... 

İstersen aşklarından da bahset bana... 

Bahset ki; 

Birlikte analım tüm anıları. 

Yeter ki anlat bana her şeyini! 

Arzularını, hislerini 

Ve tüm tutkularını... 

Birde seni anlat bana. 

Anlat ki... anlayayım içindeki beni 

Anlayayım ki... anlatayım seni nasıl sevdiğimi...

 

Ben Yine Salağı Oynayacağım

Duracağım burada
Gidişini seyredeceğim
Kıpırtısız, sakin gibi görüneceğim
Kavgasız olacak, fırtınasız olacak
Saçma sapan olacak
Organlarım birbirine vuracak
Arkandan sessiz bakacağım
Ben yine salağı oynayacağım...

Metinlerde Buluştuk

Metinlerde buluştuk kopkoyu deyimlerde,
Koşut ve eş zamanlı okuduk kimi kitapları;
O arada iki de defterimiz oldu,
Biri babasına daha çok benziyor.
Bir türlü kotarılamayan uğraş,
C-harfini daha yeni dönmüşüz;
Gözlerimizde İbni Sina bozukluğu,
Dostumuzsa, Bodrum´da, dönmez geri.
Uzaklardaydın, oracıkta, öbür kitada,
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

İki Şey


Silmeye çalışma yavrum
lekeni gözyaşlarınla,
çünkü bitektir leke
taşır görkemli düşlere
mahvolmaz renklerini dehşetin
karanlık yol açıp kendine
en yalın suda bile
bir uçurum özü tanır
güvenli derbentlere,
sıfatıdır ölüm
kavrulan işçi arının
azgın peteğinin içinde,
sayıklasa da ağaç
gövdesine kazılı adı
sürecektir yaprağını
bucurgatların sesine,
ve ay soğutacaktır
kıkırdağını
uçarı, gergin tayların,
silmeye çalışma yavrum
bir bildiridir leke
günden ve bedenden
yüreğe ve kansere

Sivasta mı Malatyada mı
bir çocuk görmüştüm eskiden
kaşları uzaklardan geliyor
sımsıcak bitişiyordu alnında,
dişlerinde boylamların serinliği,
tam ben uyanıp
bir iki çift söz
söyleyecektim ki
bir şey oldu birden
nasıl oldu bilmiyorum
bir anda
çarpıtıverdi yeryüzünü
bir kelime mi söylemişti?
Bir şeye dikkat mi ettimşti?
Sivastamı Malatyada mı_
baktım
her yaprak sarartıyordu şehri,
güz kanıtlarıyla işleyen bir kış
düzlükleri tutmak üzereydi,
baktım
mekkareleri güneşin
çekip götürüyordu patikalardan
saçı sakalına karışmış dağlara
ağır ağır bir ikindiydi.

İki şey: aşk ve şiir
bunlar kuşkuyla çiftleşir
bir şey eksiktir sanki
ve vakit vardır daha,
ikircikler içinde
sallamaz Eflatunu
çünkü pazarlık
birazbilgi işidir,
çığlık çünkü
avurtlarından değil
iliklerinden kopar
öksüz çocukların,
Ferazdakın savunması gibi
şeytansı, cesur,
silmeye çalışma yavrum,
iki şey: aşk ve şiir
mutsuzlukla beslenir biri
biri ona dönüşür

ikisi de
düzeltilmez
gelişir

Yazmam Daha Aşk Şiiri

Oydu bir bakışta tanıdım onu
Kuşlar bakımından uçarı
Çocuk tutumuyla beklenmedik
Uzatmış ay aydınlık karanlığıma
Nerden uzatmışsa tenha boynunu

Dünyanın en güzel kadını oydu
Saçlarını tarasa baştan başa rumeli
Otursa ama hiç oturmaz ki
Kan kadını rüzgardı atların
Hep andım ne yaşanır olduğunu

En çok neresi mi ağzıydı elbet
Bütün duyarlıklara ayarlı
Öpüşlerin türlüsünden elhamra
Sınırsız denizinde çarşafların
Bir gider bir gelirdi işlek ağzı

Ah şimdi benim gözlerim
Bir ağlamaktı tutturmuş gidiyor
Bir kadın gömleği üstümde
Günün maviliği ondan
Gecenin horozu ondan

Şiir

Kadın kendini gösterdi usulcana
Çekingenlikle koşulu beyaz usulcana
Gittiler gözleri aşka yaşamaya yangın
Gidip gelenler oldu gitti geldiler.

Kadın saçlarını getirmedi uzakta tuttu
Umutsuzlukla dolu soyunmak uzakta
Düştüler karanlıkta aralık aralık
Düşüp ölenler oldu düştü öldüler.

Kadın gözlerini koydu ortaya
Bir mavi bir gökyüzü aldı çevrelerini
Sevdiler sonsuz bir maviyle alıngan
Sevip yaşayanlar oldu sevdi yaşadılar.

Sevgilim Ben Şimdi

Sevgilim ben şimdi büyük bir kentte seni düşünmekteyim
Elimde uçuk mavi bir kalem cebimde iki paket sigara
Hayatımız geçiyor gözlerimin önünden
Çıkıp gitmelerimiz, su içmelerimiz, öpüştüklerimiz
"Ağlarım aklıma geldikçe gülüştüklerimiz".
Çiçekler, çiçekler, su verdim bu sabah çiçeklere
O gülün yüzü gülmüyor sensiz
O köklensin diye pencerede suya koyduğun devetabanı
Hepten hüzünlü bu günlerde
Gür ve çoşkun bir günışığı dadanmış pencereye
Masada tabaklar neşesiz
Koridor ıssız
Banyoda havlular yalnız
Mutfak dersen - derbeder ve pis
Çiti orda duruyor, ekmek kutusu boş
Vantilatör soluksuz
Halılar tozlu
Giysilerim gardropda ve şurda burda
Memo'nun oyuncak sepeti uykularda
Mavi gece lambası hevessiz
Kapı diyor ki açın beni kapayın beni
Perdeler gömlek değiştiren yılanlar gibi
Radyo desen sessiz
Tabure sandalyalardan çekiniyor
Küçük oda karanlık ve ıssız
Her şey seni bekliyor her şey gelmeni
İçeri girmeni
Senin elinin değmesini
Gözünün dokunmasını
Ve her şey tekrarlıyor
Seni nice sevdiğimi

Biliyorum Sana Giden Yollar ..

Biliyorum sana giden yollar kapalı
Üstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni

Ne kadar yakından ve arada uçurum;
İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi

Uyandım uyandım, hep seni düşündüm
Yalnız seni, yalnız senin gözlerini

Sen Bayan Nihayet, sen ölümüm kalımım
Ben artık adam olmam bu derde düşeli

Şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya
Yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki

Anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi
Ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği

Kaç kez sana uzaktan baktım 5.45 vapurunda;
Hangi şarkıyı duysam, bizimçin söylenmiş sanki

Tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor
Nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini

Çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu;
Bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri

Rastlaşmamak için elimden geleni yaparım
Bu böyle pek de kolay değil gerçi...

Alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya;
Bunun verdiği mutluluk da az değil ki

Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa,
Sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki

İnan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem,
Son isteğimi de söyleyebilirim şimdi:

Bir geceyarısı yazıyorum bu mektubu
Yalvarırım onu okuma çarşamba günleri

Bu Bizimki

Yıkıcı bir aşk bu,
Yıkıyor milletin ortasına
Tutku yükünü.

Bölücü bir aşk
Ekmeği suyu bölüyor
Günde üç öğün.

Hain bir aşk bu,
Sizin eve hırsız girer
Onunkine polis.

Yasadışı bir aşk bu,
Evlenmeyi
Hiç mi hiç düşünmüyor.

Soyguncu bir aşk bu,
En sıradan ezgilerden
Sevinçler devşiriyor

Kökü dışarda bir aşk,
Dante ile Beatrice'inkine
Fena öykünüyor.

İşgalci bir aşk bu,
Samanlık sevişenin diyor
Başka şey demiyor

8:10 Vapuru

Sesinde ne var biliyor musun
Bir bahçenin ortası var
Mavi ipek kış çiçeği
Sigara içmek için
Üst kata çıkıyorsun

Sesinde ne var biliyor musun
Uykusuz Türkçe var
İşinden memnun değilsin
Bu kenti sevmiyorsun
Bir adam gazetesini katlar

Sesinde ne var biliyor musun
Eski öpüşler var
Banyonun buzlu camı
Birkaç gün görünmedin
Okul şarkıları var

Sesinde ne var biliyor musun
Ev dağınıklığı var
İkide bir elini başına götürüp
Rüzgarda dağılan yalnızlığını
Düzeltiyorsun.

Sesinde ne var biliyor musun
Söyleyemediğin sözcükler var
Küçücük şeyler belki
Ama günün bu saatinde
Anıt gibi dururlar

Sesinde ne var biliyor musun
Söylenmemiş sözcükler var

Yerçekimli Karanfil

Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysaki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.
Sen karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
Birleşiyoruz sessizce.


( E.Cansever Seçme Şiirler Y.K.Y / Sayfa : 20 ) 

Uzak Yakınlık

Soruyordun
İlkyaz işte
Uyanıp bir bahçeyi dinliyoruz
Tenhalık böyle

Dallar mı kırılmış, sarmaşıklar mı toz içinde
Beklesem hemen gelecek olduğun
Tam öyle olduğun
Oysa hep yanımdasın, seninle her şey yanımda
Kırık dökük de olsa yanımda
Mesela çok sevdiğin bir deniz bile yanımda
O deniz ki aramızda hiç kımıldamadan
Erkeğini iyi tanıyan bir kadın gibi yorgun.

Yarısı yenmiş bir elmaydık bana sorarsan
İkimizdik, iki kişi değildik
Bakıyorsak birlikte bakıyorduk gözlerimin içine
Birlikte gözlerinin içine bakıyorduk senin
Yanlıştı, doğruydu, hiç bilmiyorum
Sanki bir bakıma ayrılık böyle.

Karşılıklı otursak da ne zaman
Masa örtüsünü ikiye bölen ellerimizdi
Bir tırnak yeşilinden gerisin geriye
Ayak bileklerimizden gerisin geriye
Bütün bunlar gereksiz, bilmiyorum sanma
Gereksiz ama yalnızlık böyle.

Bir hüzün kaç kişinin hüznü olurdu
Çıkarsak toplamak yerine
Her hüzün başka türlü olurdu
Ne yaparsan yap saati kurma
Öyle dağıldık ki hepimiz
Her günün geçmesi bir gerçek oluyor
Seninle her uzaklık gibi böyle..

DAVET

Dört nala gelip uzak asyadan
Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim. . .

Bilekler kan içinde dişler kenetli ayaklar cıplak
Ve ipek bir halıya benziyen bu toprak
Bu cennet bu cehennem bizim. . .

Kapansın el kapıları bir daha acılmasın
Yok edin insanın insana kullunu
Bu davet bizim. . .

Yaşamak bir ağac gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşcesine
Bu hasret bizim. . .

Mavi Gözlü Dev


O mavi gözlü bir devdi. 
Minnacık bir kadın sevdi. 
Kadının hayali minnacık bir evdi, 
bahçesinde ebruliii 
hanımeli 
açan bir ev. 


Bir dev gibi seviyordu dev. 
Ve elleri öyle büyük işler için 
hazırlanmıştı ki devin, 
yapamazdı yapısını, 
çalamazdı kapısını 
bahçesinde ebruliiii 
hanımeli 
açan evin. 


O mavi gözlü bir devdi. 
Minnacık bir kadın sevdi. 
Mini minnacıktı kadın. 
Rahata acıktı kadın 
yoruldu devin büyük yolunda. 
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve, 
girdi zengin bir cücenin kolunda 
bahçesinde ebruliiii 
hanımeli 
açan eve. 


Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev, 
dev gibi sevgilere mezar bile olamaz: 
bahçesinde ebruliiiii 
hanımeli 
açan ev..

Bir Fotoğrafa . .

Karşımdasın işte...
Bana bakmasan da oradasın, görüyorum seni.
Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim.
Kalbime gömdüm sözlerimi, ceset torbası oldu yüreğim.
Tıkandığım o an,
elimi nereye koyacağımı şaşırdığım o an işte,
aklımdan o kadar çok şey geçti ki takip edemedim.

Ellerim boşlukta, ben darda kaldım.
Ellerim buz gibi, ben harda kaldım.

Bir senfoni vardı kulağımda çalınan,
bitti artık hepsi...
Köşeme çekildim, hani hep kaldığım köşeme.
Bakış açım belli oldu yine.
Geride kalan, ardından bakar gidenlerin.
Bir meltem olacak rüzgarım dahi kalmadı benim.
Dağlara çarptım her esişimde.
Yollara küfrettim her gidişinde.

Demiştim sana hatırlarsan:
"Önemli olan
'zamana bırakmak' değil,
'zamanla bırakmamak'tır..."
Şimdi bana, geçen o zamanın
Unutulmaz sancısı kalır.

Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim?
Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim..
.

Yaşamaya Dair

(1)

YASAMAK SAKAYA GELMEZ,
BÜYÜK BİR CİDDİYETLE YASAYACAKSIN
BİR SİNCAP GİBİ MESELA,
YANI, YASAMIN DIŞINDA VE ÖTESİNDE HİÇBİR ŞEY BEKLEMEDEN
YANI, BÜTÜN İŞİN GÜCÜN YASAMAK OLACAK.

YAŞAMAYI CİDDİYE ALACAKSIN,
YANI, O DERECEDE, ÖYLESİNE Kİ,
MESELA, KOLLARIN BAĞLI ARKADAN, SIRTIN DUVARDA,
YAHUT, KOCAMAN GÖZLÜKLERİN,
BEYAZ GÖMLEĞİNLE BİR LABORATUARDA
İNSANLAR İÇİN ÖLEBİLECEKSİN,
HEM DE YÜZÜNÜ BİLE GÖRMEDİĞİN İNSANLAR İÇİN,
HEM DE HİÇ KİMSE SENİ BUNA ZORLAMAMIŞKEN,
HEM DE EN GÜZEL,
EN GERÇEK ŞEYİN YASAMAK OLDUĞUNU BİLDİĞİN HALDE.

YANI, ÖYLESİNE CİDDİYE ALACAKSIN Kİ YASAMAYI,
YETMİŞİNDE BİLE, MESELA, ZEYTİN DİKECEKSİN,
HEM DE ÖYLE ÇOCUKLARA FALAN KALIR DİYE DEĞİL,
ÖLMEKTEN KORKTUĞUN HALDE ÖLÜME İNANMADIĞIN İÇİN,
YASAMAK, YANİ AĞIR BASTIĞINDAN.
1947


(2)

DİYELİM Kİ, AĞIR AMELİYATLIK HASTAYIZ,
YANI, BEYAZ MASADAN
BİR DAHA KALKMAMAK İHTİMALİ DE VAR
DUYMAMAK MÜMKÜN DEĞİLSE DE BİRAZ ERKEN GİTMENİN KEDERİNİ
BİZ YİNE DE GÜLECEĞİZ ANLATMAN BEKTAŞİ FIKRASINA,
HAVA YAĞMURLU MU, DİYE BAKACAĞIZ PENCEREDEN,
YAHUT DA YİNE SABIRSIZLIKLA BEKLEYECEĞİZ
EN SON AJANS HABERLERİNİ.

DİYELİM Kİ, DÖVÜŞÜLMEYE DEĞER BİR ŞEYLER İÇİN,
DİYELİM Kİ, CEPHEDEYİZ.
DAHA ORDA İLK HÜCUMDA, DAHA O GÜN
YÜZÜKOYUN KAPAKLANIP ÖLMEK DE MÜMKÜN.
TUHAF BİR HINÇLA BİLECEĞİZ BUNU,
FAKAT YİNE DE ÇILDIRASIYA MERAK EDECEĞİZ
BELKİ YILLARCA SÜRECEK OLAN SAVASIN SONUNU

DİYELİM Kİ, HAPİSTEYİZ,
YASIMIZ DA ELLİYE YAKIN,
DAHA DA ON SEKİZ SENE OLSUN AÇILMASINA DEMİR KAPININ.
YİNE DE DIŞARIYLA BERABER YASAYACAĞIZ,
İNSANLARI, HAYVANLARI, KAVGASI VE RÜZGARIYLA
YANI, DUVARIN ARKASINDAKİ DIŞARIYLA.

YANİ, NASIL VE NERDE OLURSAK OLALIM
HİÇ ÖLÜNMEYECEKMİŞ GİBİ YAŞANACAK...
1948


(3)

BU DÜNYA SOĞUYACAK,
YILDIZLARIN ARASINDA BİR YILDIZ,
HEM DE EN UFACIKLARINDAN,
MAVİ KADİFEDE BİR YILDIZ ZERRESİ YANI,
YANI, BU KOSKOCAMAN DÜNYAMIZ.

BU DÜNYA SOĞUYACAK GÜNÜN BİRİNDE,
HATTA BİR BUZ YIĞINI
YAHUT ÖLÜ BİR BULUT GİBİ DE DEĞİL,
BOŞ BİR CEVİZ GİBİ YUVARLANACAK
ZİFİRİ KARANLIKTA UÇSUZ BUCAKSIZ.

ŞİMDİDEN ÇEKİLECEK ACISI BUNUN,
DUYULACAK MAHZUNLUĞU ŞİMDİDEN.
BÖYLESİNE SEVİLECEK BU DÜNYA
"YAŞADIM" DİYEBİLMEN İÇİN...

ŞUBAT 1948

Son Otobüs

Gece yarısı. Son otobüs.
Biletçi kesti bileti.
Beni ne bir kara haber bekliyor evde,
ne rakı ziyafeti.
Beni ayrılık bekliyor.
Yürüyorum ayrılığa korkusuz
ve kedersiz.


İyice yaklaştı bana büyük karanlık.
Dünyayı telâşsız, rahat
seyredebiliyorum artık.
Artık şaşırtmıyor beni dostun kahpeliği,
elimi sıkarken sapladığı bıçak.
Nafile, artık kışkırtamıyor beni düşman.
Geçtim putların ormanından
baltalayarak
ne de kolay yıkılıyorlardı.
Yeniden vurdum mihenge inandığım şeyleri,
çoğu katkısız çıktı çok şükür.
Ne böylesine pırıl pırıl olmuşluğum vardı,
ne böylesine hür.


İyice yaklaştı bana büyük karanlık.
Dünyayı telâşsız, rahat
seyredebiliyorum artık.
Bakınıyorum başımı kaldırıp işten,
karşıma çıkıveriyor geçmişten
bir söz
bir koku
bir el işareti.


Söz dostça
koku güzel,
el eden sevgilim.
Kederlendirmiyor artık beni hâtıraların dâveti.
Hâtıralardan şikâyetçi değilim.
Hiçbir şeyden şikâyetim yok zaten,
yüreğimin durup dinlenmeden
kocaman bir diş gibi ağrımasından bile.


İyice yaklaştı bana büyük karanlık.
Artık ne kibri nâzırın, ne kâtibinin şakşağı.
Tas tas ışık dökünüyorum başımdan aşağı,
güneşe bakabiliyorum gözüm kamaşmadan.
Ve belki, ne yazık,
hattâ en güzel yalan
beni kandıramıyor artık.
Artık söz sarhoş edemiyor beni,
ne başkasınınki, ne kendiminki.


İşte böyle gülüm,
iyice yaklaştı bana ölüm.
Dünya, her zamankinden güzel, dünya.
Dünya, iç çamaşırlarım, elbisemdi,
başladım soyunmağa.
Bir tiren penceresiydim,
bir istasyonum şimdi.
Evin içerisiydim,
şimdi kapısıyım kilitsiz.
Bir kat daha seviyorum konukları.
Ve sıcak her zamankinden sarı,
kar her zamankinden temiz.